cübbeli ahmet hoca ebced hesabı
Cübbeli Ahmet Hoca olarak tanınan Ahmet Mahmut Ünlü, İstanbul Sözleşmesi’i hedef göstererek, insanların tepki göstermesi için çağrıda bulundu. Hükümetin İstanbul Sözleşmesi üzerinden başlattığı tartışmanın yansımaları devam ediyor. AKP kitlesinden farklı seslerin de çıkmaya başladığı günlerde bir
"Cübbeli Ahmet Hoca" olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü'nün Facebook hesabı üzerinden hastaneye kaldırıldığı açıklandı. Ünlü'nün acil olarak hastaneye götürüldüğü söylenirken, sağlık durumunun "iyi" olduğu söyleniyor.
Cübbeli Ahmet Hoca. İLGİLİ KURULUŞLAR. E-BÜLTENE KAYIT OL. Cübbeli Ahmet Hoca’nın paylaşımlarını takip etmek için ebültene kayıt olun..
cübbeli ahmet'i bitiren video. video yaklaşık bir ay önce 30 ekim'de yayınlanmış. cübbeli ahmet malûm belki kırk yıldır kürsülerde vaaz veren ve bu vaazları son 10-15 yıldır geniş kitlelere ulaşan ve ismailağa cemaatinin lideri mahmut efendi'ye ( mahmut ustaosmanoğlu) bağlılık iddiasında olan bir isim. kendisine karşı
Bizpeygamberleri, ancak rahmetimizin müjdecileri ve azabımızın habercileri olmak üzere göndeririz. Artık kim iman edip durumunu düzeltirse, onlara hiç korku
my roommate is a gumiho sub indo drakorindo. Esmaların Gizemi, Serhat Ahmet Tan, 464 Sayfa Bu kitapta, İslam ve tasavvuf düşünürü Muhyiddin İbn Arabi’nin binlerce yıllar öncesine dayanan ebced hesabı, dinler tarihi araştırmacısı Serhat Ahmet Tan’ın yorumları ile buluşurken, yaradılışın sırlar perdesi aralanıyor.. Yurtiçi ve yurt dışında yaşayan milyonlarca kişi, isminin Esmaül Hüsna’sını öğrendikten sonra hayatının amacını keşfetti. Dilediğin hayatı sana sunan, şansını arttıran, görünmezi görünür kılan her şey; senin isminde ve doğum tarihinde saklı. Allah’ın en güzel ilahi isimleri ve ayetleri ile bütünleşen sırrı keşfetmeye hazır mısın? Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur. Ra’d Suresi / 28 Yazar Serhat Ahmet Tan Katagori Esmaül Hüsna'ın Gizemi Ve Ebced Sayıları Sayfa Sayısı 464 Boyut 14 x 21 cm Basım Yeri İstanbul Kapak Türü Karton Kapak Kağıt Türü Kitap Kağıdı Dili Türkçe Dağıtım Kitap Takipçileri Temin Süresi Aynı gün kargo
“Ahmet, 27 Şubat 1965 yılında Fatih Çarşamba’da dünyaya geldi. Ahmet’in doğduğu ve çocukluğunun geçtiği ev, İsmailağa Camisi’ne çok yakındı. O, henüz üç yaşlarında iken benimle birlikte İsmailağa Camisi’ne gidip gelmeye başladı. O kadar küçüktü ki, bazi cami cemaati, Ahmet’i camiye getirmememi istiyordu. “Bu yaşta çocuk, camiye getirilir mi?” diyorlardı. Ezan okunduğunda evden çıkmamla beraber peşime takılır, beraberce camiye giderdik. İsmailağa Camii o zamanlar bu derece yoğun ilgi odağı değildi. Mahmut Hocaefendi’nin cemaati bugünkü gibi olmadığı için, namaz sonlarında onunla oturup mihrapta muhabbet eder, beraberce camiden çıkardık. Yine bir gün namazdan sonra camiden, Mahmut Efendi ile birlikte çıkıyorduk. Karlı bir hava vardı ve eski İsmailağa Camisi’nin merdivenleri buz tutmuştu. Efendi Hazretleriyle beraber merdivenlerden iniyorduk. Yaklaşık olarak dört yaşlarında olan Ahmet’te yanımızdaydı. Ahmet bir anda elimden fırladı, o buzlu merdivenlerden kayarak yere düştü. Ben o sırada Ahmet i tuttum ve ona sitem ettim. Sitem edince , Efendi Hazretleri dedi ki -Sen ona fazla kızma, onun terbiyesini bize bırak, zira biz ona gerekli terbiyeyi öğretiriz, dedi. İsmailağa Camii Şerifi Ahmet’in ikinci evi olmuştu. Efendi Hazretleri’nin de manevi himayesine girmişti. Evde olmadığı zamanlarda başka yerde aramamıza gerek yoktu, biliyorduk ki Ahmet Camidedir. Cübbeli Lakabı O zamanlar caminin karşısında terzi Fahri Efendi vardı. Fahri Efendi, bizzat Efendi’nin hizmetinde bulunurdu. Küçük Ahmet ilk ilim tahsilini Fahri Efendi’den aldı. Fahri Efendi’nin de küçük Ahmet’in Yaşlarında bir oğlu vardı, bir de aynı mahallede bir doktor komuşuları vardı, onun da aynı yaşlarda bir oğlu vardı. Bu üç çocuğa Fahri Efendi ders vermeye başlamıştı. İşte küçük Ahmet in ilk ilim tahsili bu şekilde başlamış oldu. Küçük Ahmet o dönemlerde cübbe ve sarığa çok meraklıydı, annesinin nazmazlığını alıp başına sarar, namaz kılardı. Kibrit kutusundan cami yapar, çöplerinden de cemaat yapar ve onlara namaz kıldırırdı. Fahri Efendi’den ders aldıkları sırada, doktorun oğlunun da adının Ahmet olması üzerine, Fahri Efendi bu iki çocuğa hitap etmede karışıklık olmasın diye, Bizim Ahmet’e “Cübbeli Ahmet” ismini koydu. O gün bugündür, Ahmet Hoca “Cübbeli Ahmet “ diye anılır oldu. Küçük Ahmet çocukluk yaşlarından itibaren cübbe giymeye başladı, o zamanlar cübbe şalvar giyilmediğinden bu kadar küçük bir çocuğun cübbe giymesi çevrede dikkat uyandırıyordu. Dedesinin etkisi Ahmet’in yetişmesine ve manevi iklimlerde dolaşmasına dedesi Cahit Beyin de çok büyük katkıları olmuştu. Dede Cahit Bey torununa geçmiş ümmetlerin kıssalarını, Peygamberimiz Sallelahü Aleyhi ve Sellem’in hayatını ve geçmiş büyüklerin menkibelerini anlatırdı. Ahmet, dedenin bu anlattıklarını büyük bir dikkatle dinler, ara sıra dedesine sorular sorardı. Bazen dedesinin anlattıklarının etkisinde kalır, duyduklarını uygulamaya çalışırdı. Küçük Ahmet, akranlarından çok farklı hareketler içinde olup, araştıran ve çok soru soran bir karakter sergiliyordu. Kendinden büyükleri muhatap alır, onlarla konuşur, sorular sorar cevaplarını almaya çalışırdı. Oyun oynadığı arkadaşları kendisinden büyük olmasına rağmen, her oyunda arkadaşlarına öncülük ederdi, o tarihlerdeki bu hareketleri onun ileride bir lider olacağının habercileri idi. Bir gün ağlayarak eve gelir. Annesi - Oğlum niçin ağlıyorsun? diye sorar. - Arkadaşlarım bana sünnetsiz diyorlar, ben sünnet olacağım. Annesi durumu izah etmeye çalışmışsa da, küçük Ahmet ikna olmuşa benzemez. Evde kimsenin olmadığı bir gün; Ahmet, sünnetçi Sadettin Efendi’yi eve getirmiş ve sünnetini yaptırmış. Annesi eve geldiğinde bir süprizle karşılaşır, Ahmet sünnet olmuş yatıyor, sünnetçi Saadettin Efendi’de baş ucunda bekliyor”. Okul Yılları Okul çağına geldiğinde, bir taraftan Kur’an Kursuna devam ediyor, diğer taraftan da Yavuz Selim İlkokulu’nda öğrenimine devam ediyordu. İki tarafı da başarı ile devam ettiriyordu. Ahmet, ilkokul dördüncü sınıfta okuyordu. Annesi küçük Ahmet'in okula gitmediğini, bazı günlerde okuldan kaçarak İsmailağa Camisi’ne gittiğini tespit eder. Durum baba Yusuf Ünlü’ye bildirilir. Baba oğlunu karşısına alır ve niçin okula gitmediğini sorar. Ahmet’in cevabı enteresandır. - Okula gidiyorum, bazen erken çıkıp camiye gidiyorum. Okulda bana öğretilenleri biliyorum, öğrenmek istediklerimi camide öğreniyorum. Baba Yusuf Ünlü anlatıyor - "Bir gün Yavuz Selim İlkokulu’na gittim, Ahmet’in öğrenimi hakkında öğretmenlerinden bilgi alacaktım. Okul müdürü Ahmet’in ders hocasını çağırdı ve bizi hoca hanım ile tanıştırdı. Ben hoca hanıma Ahmet’in durumu hakkında bilgi almak için geldiğimi söyledim ve Hoca Hanıma - Edindiğim bilgiye göre Ahmet’in okula devamsızlığı varmış dedim. Hoca Hanım bana - Sizin yanlışınız var, o okula her gün geliyor, dedi. Ben annesinin şikayetçi olduğunu, hatta bugün sıkı tembihte bulunduğumu söyleyince, Hocası - Ahmet okula geliyor, isterseniz buyurun sınıfıma gidelim, çocuklarla konuşun, dedi. Bunun üzerine biz de sınıfa gittik, hoca hanım beni çocuklara tanıttı - Mahmut’un babası gelmiş, dedi çocuklara. Okulda ona Mahmut diyorlardı. Çocuklar hep bir ağızdan - Hocamızın babası diye yüksek ses ile bağırdılar. O sırada beni hayli duygulandıran bir hadise oldu. Bir çocuk gelerek, benim pardösümden tuttu ve bana - Amca! Mahmut var ya, bana Allah’ı, Peygamberi tanıttı dedi. Hoca Hanım diğer çocuklara, Mahmut’tan memnun olup olmadıklarını, okula devam edip etmediğini sorduğumu söyledi. Gene çocuklar hep bir ağızdan - Memnunuz, o bizim hocamız diye bağırmaya başladılar. Hoca hanım bana - Mahmut’un devamsızlığı yok ama, çok konuşuyor. Bütün çocuklara burada din dersi veriyor, oğlum sus diyorum, biraz susuyor sonra gene başlıyor anlatmaya dedi”. Baba Yusuf Ünlü’yü dinlemeye devam edelim - “Ben o yıllarda, şimdi rahmetli olmuş ismini vermek istemediğim bir hoca efendinin sohbetlerine katılır, ses kasetlerini eve getirir, ailece hoca efendinin sohbetlerini teyp kasetinden dinlerdik. Yine bir gün evde hoca efendinin vaaz kasetini dinliyorduk, Ahmet’e - Gel evladım sende dinle, hoca efendi ne güzel vaaz ediyor dedim. Biraz dinledikten sonra Ahmet’in bize verdiği cevap hepimizi şaşkına çevirdi - Bu hoca anlattığı ile amel etmiyor baba dedi. Neden? diye sordum - Yok! Bu anlattığı ile amel etmez dedi ve koşarak evden çıktı. Aradan zaman geçti, okullar tatile girdi. Ailece tatil yapmak için Yalova Termale gittik . Tevafuk bu, orada bu hoca efendi ile karşılaştık. Ben, Ahmet’e hocanın elini öpmesini söyledim, bunun üzerine gelip hocanın elini öptü ve hocaya dedi ki - Hocam, çok güzel konuşuyorsunuz maşallah, babam bir kasetinizi dinletti, çok güzel konuşuyorsunuz ama, anlattıklarınız ile niçin amel yapmıyorsunuz? diye sordu. Hoca bir anda böyle bir soru ile karşılaşacağını beklemediğinden çok şaşırdı ve - Evladım neyi yapmıyorum ? dedi . - Sizin buraya gelmeniz hata, böyle bir ortamda bulunmamanız gerekir, çünkü siz İslam’ı temsil ediyorsunuz, dedi”. İlk Vaazı Ahmet ilkokulun dördüncü sınıfındaydı. Yaz tatilinde babası ile birlikte memleketlerine giderler. Küçük Ahmet okul hayatının dışında sarık sarar, cübbe ve şalvar pantolon giyerdi. Babası memleketlerine giderken yeni bir takım elbise alır ve oğluna zorla da olsa takım elbise giydirir. İstemeyerek de olsa Küçük Ahmet babasının aldığı yeni elbiseleri giyerek ailece memleketlerinin yolunu tutarlar. Annesi Ahmet’in ahlakını bildiği için her ihtimale karşı bir takım cübbe ve şalvar pantolonu da yanına alır. Uzun bir yolculuktan sonra memlekete varılır. Küçük Ahmet rahatsızlanır, bir hafta evden dışarı çıkmaz. Anne oğlunun rahatsızlığının teşhisini koyar. Küçük Ahmet cübbe giymediği için hastadır ve bu yüzden evden dışarı çıkmamaktadır. Durum babaya anlatılır, baba da durumu oğluna sorar, Ahmet ses çıkarmaz ama babasının babasının istediğini giyebileceğini söylemesi üzerine yüzünde tatlı bir tebessüm belirir. Üzerinde ki elbiseleri çıkarır, cübbe ve şalvar pantolonu giyer, sarığı da başına sardıktan sonra hastalığından eser kalmaz. Babasına der ki - Baba benim kıyafetime karışma, ben cübbeyle ve şalvarla rahat ediyorum. Takım elbiseyi giymektense, hasta olmak daha iyidir. Baba Yusuf Ünlü anlatıyor - “Beldemizin müftüsü ile iyi bir dostluğumuz vardı. Bir gün müftü efendi ile sohbet ederken Ahmet’ten bahsettim. Sohbetimiz esnasında söz döndü dolaştı vaazlara geldi. Ahmet’in bu hafta camide vaaz edebileceğini söyledim. Müftü efendi bu teklifimi kabul etti. Akşam durumu Ahmet’e anlattığımda sadece tamam dedi. Ertesi günü namazdan bir saat önce Ahmet’i alarak müftüyü makamında ziyaret ettik. Müftü daha büyük birini beklediğinden küçük Ahmet’i görünce şaşırdı - Bu daha çocuk, nasıl vaaz edecek? Buralar ufak yerlerdir, dedikodu ve söylenti çok olur dedi. Müftü efendi şaşkınlığını üzerinden atmadan, hangi konu hakkında vaaz edeceğini sordu. Küçük Ahmet - Allah ne söyletirse onu söyleyeceğim, hazırlığım yok, içimden geldiği gibi konuşacağım, dedi. Bunun üzerine müftü - Peki hiçbir mevzu düşünmedin mi? diye sorunca, Ahmet - Babamın söylediğine göre , bu memlekette içki, kumar ve faiz çok ileri derecedeymiş. Biraz bunlardan bahsedeceğim. Bunun üzerine müftü efendi - Ben bunu kürsüye çıkarmayayım , mihraptan konuşsun, zira bir yanlış olursa ben hemen müdahale ederim, dedi. Hep beraber camiye gittik. Ahmet mihraptan vaazına başladı, cemaat pür dikkat dinliyordu, herkeste bir şaşkınlık vardı, bu yaşta bir çocuğun bu şekilde vaaz edebileceğini düşünemiyorlardı. Vaazı bitirdi, namazı kıldık, çıkarken başta müftü efendi olmak üzere, bir çokları tebriklerini beyan ettiler”. Kendini Tamamen İlme vermesi İlkokul bittikten sonra, Fatih Koleji’nde orta öğrenime başladı. Bütün ağırlığını, Kur’an kursunda Kur’an ilmini öğrenmeye ayırdığı için, kolejdeki derslerine hiç çalışmaz ve ilgilenmezdi, sadece iş olsun diye koleje gidiyordu. Kolejle ilgilenmemesine rağmen yine de birinci sınıfı birincilikle bitirdi. Fatih Koleji’nde Cuma günleri sınıftaki arkadaşlarını bir araya toplar, hep beraber Cuma namazına getirirdi. Küçük Ahmet artık büyümüştü. Fatih Koleji’nin ikinci sınıfına başlamıştı ki, zaten istemeyerek gittiği okulunu bırakmaya karar verdi. Konuyu önce annesine, arkasından da babasına açtı. Her ikisinden de destek görmedi. Fakat o bir defa kafasına koymuştu , okulu bırakacaktı ve düşündüğünü de yapmakta geçikmedi. Okulunu bıraktı. O Kur’an ilmini öğrenecekti, büyük bir İslam Alimi olacaktı. Tek ideali buydu, bunun için gücünün yettiği kadar çalışacaktı. Ailesine kararını bildirdi, ailesi Ahmet’in kararlılığı karşısında, aldığı karara evet demekten başka bir yol göremediler. Bundan sonra Ahmet bütün yoğunluğu ile İsmailağa Kur’an Kursu’ndan ders almaya başladı. Ona gündüzler yetmiyor, geceler de çok kısa geliyordu. Uykuyu yok denecek kadar kısa uyuyordu. Bu şekilde birkaç yıl geçti. Bu arada İstanbul’daki ilk vaazını Yavuz Selim Camii’sinde verdi. Cami hınca hınç dolu idi. Cübbeli Ahmet Hoca ilk sohbetinde dinleyenleri mest etmiş, gelecekte büyük kalabalıklara hitap edeceğini , yüz binlerin gönlünde sempati alanı oluşturacağının sinyallerini veriyordu. Cübbeli Ahmet Hoca bir yandan ilim tahsilini sürdürüyor, bir yandan vaazlara devam ediyordu. Sohbetler o derece etkili oluyordu ki her geçen gün Cübbeli Ahmet Hoca’nın ünü yayılıyor, değişik vilayetlerden davet alıyordu. O, sohbetlerden çok tahsilini düşündüğü için, bu davetleri geri çeviriyor. Bütün gücüyle ilim tahsiline devam ediyordu. Ders aldığı hocaları ile küçük problemleri oluyordu, Ahmet’in ders temposuna diğer talebe arkadaşları yetişemediğinden, o diğer arkadaşlarını beklemek zorunda kalıyordu. O istiyordu ki, dersleri hiç aralıksız alayım ve bir an önce diğer derse geçeyim. Cübbeli Ahmet Hoca’nın bu temposuna ne hocaları, ne de talebe arkadaşları ayak uyduramadığından bazen küçük anlaşmazlıklar çıkıyordu. Bir gün Rize’den İsmailağa’ya bir hoca geldi. Bu hoca talebelerin birkaç dersine girdi. Hocanın ders vermesi Ahmet’in çok hoşuna gitmişti. Fakat bu hoca birkaç gün sonra tekrar memleketine geri dönecekti. Hocanın ders verme metodu Ahmet’i çok memnun etmişti. İşte bana ders verecek hoca diyordu. Buradaki dersler Ahmet’e yetişmiyor, o hızlı ve seri ders almayı istiyordu. Bu münasebetle - Buradaki hocalar bana istediğim dersi vermiyorlar, beraber ders aldığım talebeler bir dersi üç günde alıyorlar, ben onlar için üç gün bekliyorum. Halbuki ben bu dersi iki saatte alıyorum .Ben bu hoca ile Rize’ye gideceğim, demişti. İlim Tahsili için Gurbet Yılları Küçük tartışma ve itirazlar tatlıya bağlanır, bütün hazırlıklar yapılır ve Cübbeli Ahmet Hoca , geçmiş meşayıhtan miras olarak kalan ; okumak için gurbete çıkma geleneğini yerine getirmek için yola çıkar. Bunun , geçmiş büyüklerin şiarı olduğunun bilincinde olup olmadığını bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa o da, daha iyi ilim tahsili yapacağına inandığı için, ailesinden, barkından ayrılmayı göze aldığıdır. Manevi babam dediği, gönülden bağlı olduğu, küçüklüğünden bu yana manevi Himayesinde olduğu Mahmut Hocası’ndan izin almadan ilim tahsiline gitmesi hiç mümkün mü? O da gönlünün sultanına sorar. Efendi Hazretleri -“Mesele ilim tahsili olduğu için bir şey diyemiyorum, bizimde rızamız gitmesi yönündedir”. Cübbeli Ahmet Hoca hiç tanımadığı bir ortamda, kendisini gece gündüz ilim tahsiline verir. Buradaki hocası Ahmet’in bu azmi karşısında hayretten hayrete düşer. Gece gündüz demeden çalışmalarını sürdürür, zaman olur takıldığı bir konu için gecenin ilerlemiş saatini düşünmeden hocasına müracaat eder, hocası uykuda ise kaldırır, takıldığı yerin cevabını alırdı. Cübbeli Ahmet Hoca iki yıla yakın bir süre, geceli gündüzlü çalışarak ilim tahsilini sürdürür. Nihayet orda öğrenmesi gereken ilimleri öğrenir ve hocalık icazetini alarak İstanbul’a döner. Hocalık icazetinden sonra da, İstanbul da hafızlığa başlar. Dört ay gibi bir zamanda da hafızlığını tamamlar. Cübbeli Ahmet Hoca, artık hem hoca, hem de hafızdır. Dönüşünde Efendi Hazretleri’nin elini öper, artık şimdi kendisi de hocalık yapacak ve talebe okutacaktır. Efendi Hazretleri onun için der ki -“ Bu çocuğun ilmi vehbidir. Çok okumakla bu ilim elde edilmez. Ahmet bu ilmin farkında değil”. Efendi Hazretleri Ahmet’e yakın ilgi gösterir, bu ilgi az da olsa bazı kıskançlıklara Sebep olur. Ahmet’in mütevazılığı ve alçak gönüllülüğü bu küçük problemlerin kolayca çözülmesini sağlar. Hocalık ve hafızlıktan sonra , kendisini ilmi araştırmalara verir. Gündüzleri gecelere katarak araştırmalarını genişletir. Sabah namazlarına kadar çalışır. Araştırma ve okuma istediğinden dolayıdır ki, çok geniş bir kütüphaneye sahip olur. Aynı yıl yani, 1983 yılında 17 yaşında hacca gider. Ahmet hacca gidip geldikten sonra, İsmailağa’da bazı hocalardan dersler almaya devam etmekle kalmadı aynı zamanda, “Tillo’da yetişmiş bazı büyük alimlerden dersler aldı. Ahmet Hoca hem kendisi alıyordu, bir taraftan da kendisi talebe yetiştiriyordu. Ahmet Hoca bütün yaşamını ilim tahsiline ayırmıştır. Babası Yusuf Ünlü’nün işleri çok iyi durumdadır. Devrin en çok kazanan sanayicileri arasında bulunmaktadır. Babasını ekonomik dururmunun bu derece iyi olması Ahmet Hoca’yı hiç ama hiç etkilememektedir. Bu konuda zaman zaman eleştirilere uğrar “Babanın durumu son derece iyidir. Sen ise kendini kurslara kapatmış ilim öğrenip, ilim öğretmekle meşgul olmaktasın”. Cübbeli Ahmet Hoca bu eleştirilere çoğu kez kulak tıkar, çok ısrar edenlere de “Biz yolumuzu bulmuşuz Bizim yolumuz Allah ve Resulünün yoludur, dünya işleriyle bir alakamız yoktur”. Cübbeli Ahmet Hoca’nın ilim tahsilini tamamlamasına rağmen araştırmaları devam etmektedir. İslami ilimleri en detayına varıncaya kadar öğrenmek ve öğretmek amacındadır. Bu noktada Mahmut Efendi Hazretleri’nin; “ Cübbeli gibi ibare okuyan bir hoca görülmedi” sözü onun üstün zeka ve ilim öğrenmedeki gayretini açıklamak için yeterlidir. Cübbeli Ahmet Hoca’nın bu insan üstü gayret ve başarısı, bazı küçük kıskançlıkla da sebebiyet vermektedir. Bazen bu kıskançlıkların dozunun arttığı olmuştur. Bu durumlarda Efendi Hazretleri olaya müdahale eder ve işi yatıştırırdı. Cübbeli Ahmet Hoca bu arada eş dost arasındaki küçük küçük vaazlar etmeye başlamış, bu vaazları dinleyenler arasında çok beğenilir olmuştu. Bugün yaşı br hayli ilerlemiş olmasına rağmen kendisini ziyaret ettiğimiz Hüseyin Efendi’denHüseyin Hekimoğlu Cübbeli Hoca’nın sohbetlerini ilk dinleyenlerden olduğu için bilgi aldık. “Bundan on beş veya yirmi yıl önceydi, vakit namazını kılmak için Fatih’te girdiğim bir Cami de namazdan sonra çocuk denecek yaşta bir hoca kürsüye çıkarak vaaz etmeye başladı. Dikkatimi çekti, dinelemeye başladım… Bu sohbet sıradan bir sohbet değildi, bu çocukta enteresan bir durum vardı, sohbeti beni çok etkilemişti. Sohbetin bitiminde kendisini tebrik ederek Rabbimin nazardan koruması için dua ettim. Bir daha ne zaman sohbet edeceğini sordum… O gün bu gündür Hoca Efendi’nin sohbetlerini dinlerim… Allah ondan razı olsun, biz ondan çok şeyler öğrendik ve istifade ettik”. Cübbeli Ahmet hoca’nın ara sıra bazı muhitlerde sohbetlerde bulunması, onun şöhretinin artmasına sebep oldu. Bir defa onu dinleyen bir daha dinlemek istiyordu. Böylece her geçen gün çevresindeki sempati alanı gelişti. Çevresindeki halka genişledikçe, hergeçen gün değişik semt ve illerden davet alamaya başladı. Artık Cübbeli Ahmet Hoca hem ilim tahsili yapıyor, hem de talebelerine ders veriyor, hem de akşamları değişik bölgelerdeki davetlere icabet ederek sohbetler yapıyordu. Cübbeli Ahmet Hoca’nın yaşının küçüklüğüne rağmen sohbetlerinde üzerinde durduğu; “Allah ve Resulünün rızasını kazanmak, onların gittiği yoldan giderek, insanlığı ebedi saadete ulaştırmak. Toplumun baş belası olan içki, kumar ve fuhşiyata karşı insanları uyarmak. Vatan ve millet sevgisini insanlara aşılamak…Toplumun ahlak yapısını bozacak, insanları rahatsız edecek hareketlerden uzak durulması, inanların birbirinin kardeşi olduğu, beşeri ilişkilerde bu kardeşlik duyguları ile birbirlerine karşı hareket etmeleri gerektiği… Gibi konulardır. Ömrünü insanların dünyevi ve uhrevi mutluluğuna adayan bir gönül dostu olmuştur. Yaşantısı bu yoğun tempoyla devam ede dursun, bir yandan askerlik çağı yaklaşmaktadır. Her Türk genci gibi Vatan vazifesini sabırsızlıkla beklemekte, Bu kutsal vazifeyi bir an önce yapmak istemektedir. Askerlik hazırlıkları yapılmaya başlandığı sıralarda, bir gün bir sohbette baş dönmesi yaşar. Aynı günün gecesinde eve geldiğinde baygınlık geçirir. Doktora gidilir Doktor yorgunluktan olduğu yönünde teşhis koyar. Fakat aradan geçen günlerde rahatsızlığı devam eder ve her geçen gün biraz daha artar. Çok daha detaylı bir sağlık kontrolünden geçmesi gerekmektedir. Tam teşekküllü bir sağlık merkezinde yapılan kontrollerde, sonuç hiç de iyi değildir. Hoca Efendi’ye teşhis koyulur. “ İleri seviye şeker”. Ahmet Hoca şeker hastasıdır, şeker 450 ve üzerine çıkmaktadır. Bu durum karşısında tedaviye ve tedbirlere baş vurulur. Ahmet Hoca’nın bütün yaşantısı alt üst olmuştur. Ahmet Hoca hastalığına rağmen programının aksatma taraftarı değildir. Yakınlarının ısrarlarına rağmen yoğun temposuna devam eder. Bu arada askere de gitmek istemekte fakat doktorları bu şekilde askerlik yapamayacağını söylemektedirler. Bu arada muayene için gittiği askerlik şubesi, onu askeri hastaneye gönderir. Askeri hastanede yapılan muayenesinden sonra heyet şu sonuca varır “Ahmet Mahmut Ünlü bu haliyle askerlik yapamaz”. Bu sonuç Ahmet Hoca’yı son derece üzmüştür fakat, elden pek bir şey gelmez. Cübbeli Ahmet Hoca Efendi’nin sohbetleri tüm ülke sathına yayılmaya başlamıştır. Her gün değişik bölgelerden davetler gelmekte, Hoca Efendi bu davetlere mümkün mertebe cevap vermeye çalışmakta, bir çoğuna da zaman darlığından yetişemeyerek geri çevirmektedir. Cübbeli Ahmet Hoca’nın sempati alanının genişlemesi ve ilginin artması beraberinde bazı sorunları, talepleri de beraberinde getirir. Bu geniş Kitlenin oluşturduğu ilgi alanına değişik ihtiyaç sahipleri de girmeye başlamıştır. Bunlar fakir, geçim darlığı çekenlerden tutun, okumak için memleketini terk ederek İstanbul’a gelen öğrencilere yardıma kadar… Öğrencilere bursdan, hayır kurumlarının yardım talebine kadar bir çok istekle karşı karşıya kalmaktadır. Bu yoğun ilgi ve talep Ahmet Hoca’yı arayışa iter. Nihayet yakın çevresiyle Yaptığı istişareler sonucunda merkezi Fatih İlçesinde olmak üzere bir vakıf kurulmasına Karar verilir. Bu karardan kısa bir süre sonra ”Fatih Hak Ve Hizmet Vakfı” kurulur. 1990 yılların başında kurulan ve faaliyete geçen vakıf kısa zamanda tüzüğüne uygun çok büyük hizmetler yapar. Binlerce ihtiyaç sahibi vakfın imkanlarından faydalanır. Vakıf ilmi faaliyetlerde de bulunur, değişik ülkelerden gelen ilim adamlarını alırlar, onların ülkemizde bulunduğu sürelerdeki ihtiyaçlarını karşılar. Ahmet Hoca vakfı tüm insanlığın hizmetine sunmak, her ne ihtiyacı olan olursa olsun, bu kapıya gelenin boş geri çevrilmemesi prensibi ile hareket eder. Hatta vakfın imkanlarının kafi gelmediği zamanlarda, Babasının imkanlarının vakıf için seferber ettirdiği birçoklarınca bilinen bir gerçektir. Ahmet Hoca vakfın idare heyetine derki; “Bu kapıya gelen boş geri çevrilemeyecektir.” Fikir Yapısı Bütün vaaz’u nasihat ve sohbetlerinde; Ehli Sünnet çizgisinin dışına çıkmamış, Dindeki hurafe ve bidatlarla mücadele etmeyi kendine şiar etmiş bir İslam Alimidir. Bu noktadaki tavrı yüzünden zaman zaman kimliği belirsiz illegal güç odaklar tarafından tehdit edildiği de olmuştur. Bu konuda yakın çevresi Hoca’yı uyarır, biraz daha temkinli hareket etmesini ister. O bu uyarılara ; “ Hasbunallahi veni’mel vekil” demektedir. Ülkemizin milli birlik ve bütünlüğünü ehemmiyetle gözeten, bu konuda görev yapan Müslüman vatan evlatlarına dualarını hiçbir zaman eksik etmediği gibi, bütün sevenleri de bu yönde yönlendirmektedir. Şiddetin her türlüsüne karşı olmuş, bu konuda çevresine uyarılarda bulunmuş, özellikle provokosyonlara karşı sempatizanlarını uyarmıştır. Bunun en son örneği de tutuklanması esnasında yaşanmıştır. Yakın çevresinde bulunanlara, altını çizerek söylediği “Hiçbir yanlış harekete müsaade etmeyin, sevenlerimizi kışkırtmak isteyenler olabilir, onlara söyleyin her hangi bir kışkırtma ve provakoya gelmesinler”. Başına gelen bu musibet ve iftiralar için de söylediği sözler onun ne derece yüksek makam sahibi olduğunu göstermektedir “Vela için bela, zehep için lehep gibidir, Kişi dinindeki sağlamlığına göre imtihan olunur. Dinin de sıkı olana büyük bela, zayıf olana ise küçük musibetler gelir”. İşte Alimin teslimiyeti böyle olur. Dünya İşleri Ve mal varlığı Cübbeli Ahmet Hoca’nın ömrü boyunca dünya işleri ile hiç alakası olmamıştır. Hayatı boyunca hiçbir dünyevi ticaretin içinde veya yanında olmamış. 1997 yılına kadar babasının kazancı ile geçimini sağlayan Ahmet Hoca, 1997 yılın da babasının işlerinin bozulması ve iflas etmesi neticesinde bir ara çok sıkıntılı günler geçirdi. 1997 den sonra bizzat kendisinin kaleme aldığı risalelerin geliri ile geçimini sağlamaktadır. Basında yazıldığı üzere ; bir semtte lüks daireleri, bir başka yerde ticarethanesi, bir başka yerde vesaire tamamı uydurma ve yalandır. Sohbetlerinden dolayı birçok defa adli takibata uğrar, bu adli takibatlar neticesinde ya beraat eder veya takipsizlik kararı alır. Bunca yıldır yaptığı sohbetler neticesinde defalarca adli takibata uğramasına rağmen hiçbirinden hüküm giymemiştir. Emniyet birimlerinin her davetine icabet etmiş, gerek emniyeti gerekse adli makamları aldatma, yanıltma veya oyalama yoluna hiçbir zaman teşebbüs etmemiştir.
Bu vatanda yapılan en hayırlı işlerden iki tanesi; Ezan-ı Muhammedi’nin asm yeniden orijinal şekli ile okunması diğeri ise Ayasofya camiinin yeniden ibadete açılmasıdır. Camilerimizden tangır tungur sesler yerine “Allahu Ekber” sadalarının yükselmesi ülkemiz üzerindeki kara bulutların dağılmasına yol açmıştır. Keza Ayasofya’nın açılması da Haçlı zihniyetinin bu vatanda gücünü kaybettiğinin en büyük delili ve belgesidir. Artık bundan sonra İslam kahramanı şanlı Türk milletinin önünde hiçbir güç tutunamaz. Karşı çıkanlar boynu eğik bir şekilde gerisin geriye dönmek zorunda kalacaktır. Bu iki güzel ve hayırlı işin ilkini Başbakan Adnan Menderes diğerini de Cumhurbaşkanı Erdoğan gerçekleştirmiştir. Allah bu iki devlet büyüğümüzden razı olsun. Her iki cihanda aziz eylesin. Şüphesiz bu iki liderin çok önemli icraatları ve vatanımıza kazandırdığı eserler çoktur. Fakat bu iki çok önemli hizmetin önemi çoktur. Çünkü vatanımızdaki musibetin kalkması adına manevi anlamında kelimelerle tarif etmenin çok zor olduğu büyük değeri vardır. Bunları yazılarımızda elimden geldiğince açıklamaya ve izah etmeye çalışıyorum. İşte bu makalemizde de sadece manevi kalkınma konusunda önemli gördüğüm hususlardan bahsedeceğim. Maddi kalkınma konusunda zaten yazmaya devam ediyoruz ve Allah ömür verdikçe de devam edeceğiz inşallah… Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ülkemizin manevi kalkınmasında yapmış olduğu icraatların en önemlilerinden bir tanesi ise Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinden bir kısmını Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılarak neşredilmesinde çaba göstermesidir. İşaratül İcaz isimli Kur’an Tefsiri 2014 yılında, Mesnevi Nuriye, Sözler ve Mektubat isimli eserleri ise 2016 yılında yayınlanmıştır. Ayrıca hacmi küçük olan Uhuvvet ve İhlas Risaleleri 2015 tarihinde ve Ramazan İktisad Şükür Risaleleri, Küçük Sözler ve Hastalar Risalesi ise 2017 yılında neşredilmiştir. Emeği geçenlerden ve Diyanet İşleri Başkanlığı yetkililerinden Allah razı olsun. Bu güzel çalışmalardan günümüze yansıyan bir tanesi de İsmailağa Cemaati olarak bilinen bir tasavvuf dergâhından gelmiştir. Mahmut Efendi’den ders almış olan Cübbeli Ahmed Hoca, günümüzde iman esasları çok zedelendiği için Bediüzzaman’ın eserlerine çok ihtiyaç duyulduğunu ifade etmiştir. Cübbeli Ahmed Hocanın sözlerinin önemli bir kısmını bir kısmını kısaltarak da olsa okuyucularıma arz etmek istiyorum. Hocamız şunları söylüyor • Tarikat ve tasavvuf konusunu maalesef günümüzde çok fazla bozdular. Herkes icazet dağıtıyor. Suriye'den oradan buradan gelen bütün şeyhler 15-20 yaşındaki genç delikanlılara icazet veriyor. Hasta okuma icazeti gibi tesettür ve mahremiyet kurallarına uyulmadan tarikat dersleri verilmektedir. Bunlar arasında para tuzağı kurarak dolandırıcılık işlerine dahi bulaşanlar vardır. • Günümüzde ateistlik, deistlik, mezhepsizlik, reformistlik ve mealcilik gibi İslam’a aykırı çok sayıda gurup çıkarak gençlerimize çok zarar vermektedir. Tehlike çok büyüktür. • Buna karşılık Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, amentü esaslarını yani iman ve kader meselelerini delilleri ile izah etmiştir. Bizde en önemli hizmetin bu noktada olduğunu görerek iman esaslarına dönmüş durumdayız. • Önceki yıllarda imam hatipler, ilahiyatlar çoğaldı derken herkesin Müslüman olacağını zannettik. Fakat namaz ve oruç gibi dinimizin en önemli farzlarını uygulayanların oranı düşmeye başlamıştır. İslami camianın çoluk çocukları zor duruma girmiştir. Hal böyle iken bazı şahıslar insanları kendi tarikatına davet yoluna girerek büyük bir yanlışın içine düşmektedirler. • Müslüman’a en evvel lazım olan itikat olmadıktan sonra mürşidi kamil ne yapabilir ki! Evvela imanı kurtarmak lazımdır. İman esasları konusunda şüpheler ayyuka çıkmışken bu problemleri halının altına süpürmek, başımızı kuma sokmak gibidir. Bizim burada vazifemiz “emri bil maruf nehyi anil münker” yani Allah’ın emrettiğine uymak yasakladığından çekinmektir. • Hüsnü Bayramoğlu Abimizin dediği gibi iman meselelerinde yoğunlaşmak gerekiyor. Milletimizin, gençliğimizin imanını kurtarmak önceliklidir. İmandan sonra farzlar yani namaz oruç gibi yapılması zorunlu olan ibadetler gelir. • Tarikat önemlidir, lüzumludur hatta ihlas ve samimiyetin olmaz ise olmazıdır. Fakat tarikatta; davet, çağrı, reklam yoktur. Çünkü gönül işidir. • Doğu ve Batı medreselerinde yüz binlerce talebe var velakin namaz oranı düştükçe düşmekte hatta dinsizlik ve deistlik oranı arttıkça artmaktadır. Herkes kendini bir hesaba çekmelidir. • Önce imanı kurtarmak gereklidir, sonra farzları yerine getirmekle başlayarak güzel ahlak için çabalamak gerekir. Dürüstlük ve adaleti gören herkes bozuk inançlı, itikatsız adamlar da olsalar döneceklerdir. İslam'ı Kur'an'ı sünnete göre anlatıp imanı kurtarmak gerekiyor. Yani Bediüzzaman Hazretlerinin de baştan söylediği noktaya geliyoruz. Mahmut Efendi Hazretleri de o noktadaydı. • İman esasları sayesinde insanlar ebedi sonsuz cehennem azabından kurtulabilirler. Günahları olsa bile bunların cezası muvakkat yani bir müddetliğinedir. Fakat ancak amentü esaslarına uyarak ebedi cenneti kazanabilmek Allah’ın lütfü ile mümkündür. • Bediüzzaman, milletimizin hatta bütün dünyanın iman sorunu olduğunu anlamıştı. Genel manada bizim tarikat davetinin bırakıp ki “bırakıp diyorum, seçerek konuşuyorum tarikat daveti yasak zaten” İslam'a davet ve imanı kurtarmak gereklidir. • Bazı ilahiyat hocaları, dekanları yeni yeni şüpheli soruları ortaya atıyorlar. Bunlara hemen Bediüzzaman’ın usulü ile cevaplarını hazırlanması ve verilmesi gereklidir. Bugünün cihadı budur. • Hoca Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerine şu zamanda çok ihtiyaç var. Ben bunu itiraf ediyorum ki tasarrufu vardır. Yoksa şu anda böyle bir gençlik devam etmezdi. Ondan etkilenip de hala ehli sünnet itikadını koruyan bir nesil bir gençlik varsa Bediüzzaman Hazretlerinin hizmeti sayesinde olmuştur. Allah ondan ve diğer cemaatlerden razı olsun. Allah istismarcıların şerlerinden muhafaza etsin. Menfaat için çalışanlardan da muhafaza eylesin. Allah rahmet eylesin, kabirleri nur eylesin, ruhlarını şad eylesin. Vesselam...
Haberler > Cübbeli Ahmet Hoca, Atatürk Hakkındaki Düşüncelerini Anlattı 'Mustafa Kemal Bu Devletin Kurucusu, Bunun Aleyhine Konuşulmaz, Konuşmak Caiz Değil' - 1507 - 0110 'Mustafa Kemal bu devletin kurucusu. Bunun aleyhine konuşulmaz, konuşmak caiz değil.' Daha önce de Mustafa Kemal Atatürk için 'Onu yıpratmak, uğraşmak, İslamiyet'in razı geldiği bir şey olamaz' diyen Cübbeli Ahmet Hoca, şimdi de HaberTürk yayınında 'Mustafa Kemal bu devletin kurucusu. Bunun aleyhine konuşulmaz, konuşmak caiz değil' dedi. Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, HaberTürk yayınında Hukukçu Prof. Dr. Ersan Şen'in "Mustafa Kemal Atatürk ve cumhuriyet konusunda düşünceleriniz nedir?" sorusunu cevapladı. Ahmet Mahmut Ünlü soruya, 'Mustafa Kemal Atatürk bu devletin kurucusu. Bunun aleyhine konuşulmaz, konuşmak caiz değil. Asla bunun aleyhine konuşulmaması gerekir. Cumhuriyet bizim son olarak kurulmuş devletimizdir. Bu devlete vergi vermek görevimiz, askere gitmek görevimiz, bu devlete bağlıyız. Biz bu devlet olmasa Suriye'den de Yemen'den de beter oluruz. Ne namaz kalır, ne abdest kalır, ne namus kalır, ne ırz kalır. Devletin mutlaka yaşaması lazımdır. Bunun için de kimsenin gözünün yaşına bakılmaması lazımdır' diyerek cevap verdi. İşte o anlar Kapat
Murat ARISOY/AFYONKARAHİSAR, - CÜBBELİ Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, "Bu vatanın bölünmesine hizmet edecek projelere destek olanlar, ahrette cevabını veremezler" dedi. İsmailağa Cemaati'nin önde gelen isimlerinden... 06 Ekim 2014 Pazartesi 1814 Cübbeli Ahmet Hoca Afyon'da konuştu Bölünmeye Hizmet Edenler, Hesap Veremez Murat ARISOY/AFYONKARAHİSAR, - CÜBBELİ Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, "Bu vatanın bölünmesine hizmet edecek projelere destek olanlar, ahrette cevabını veremezler" dedi. İsmailağa Cemaati'nin önde gelen isimlerinden Ahmet Mahmut Ünlü, Türkiye Harp Malulü Gaziler, Şehit Dul ve Yetimleri Derneği Afyonkarahisar Şubesi'ni ziyaret etti. Şube Başkanı İsmail Kumartaşlı'dan dernek çalışmaları hakkında bilgi alan Ünlü, şehitlik mertebesinin önemli bir makam olduğuna dikkat çekti. Ünlü, "Şehitlik konusunda Allah'ın ayetleri vardır. 'Allah yolunda katledilenler, şehit edilenler için ölüler demeyin.' Bu mesele Allah yolunda mıdır? Bazı sapık görüşlüler bu uğurda şehit olan askerlerin şehit sayılmayacağını söylüyor. Hadis- Şerif'te 'Vatan sevgisi imandandır' buyruluyor. Sen şimdi burada namaz kılıyorsan, camilerde ezan okuyorsan, askerlerin, şehitlerin vazife yapmaları, şehitlerimiz sayesindedir. Kulluğu rahat yapabiliyorsak, demek ki bunlar Allah yolunda öldüler" dedi. "BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ'NİN ALETİ OLACAKLAR" Türkiye Cumhuriyeti'nden ayrılmak isteyen bazı gruplar olduğunu söyleyen Ünlü, şöyle devam etti "Şu anda elimizde bulunan Türkiye Cumhuriyeti toprakları elimizde kalan son vatan topraklarıdır. Bunun üzerinde oyunlar oynanarak elimizden alınmasına, bunun da parçalanmasına dair gayretler hortlamış durumda. Bunu nasıl kabul edeceğiz? Devamlı arkadan hançerleniyoruz. Bazı halkımız da aldatılıyor. Yarın onlar Yahudinin, Büyük Ortadoğu Projesi'nin aleti olacaklar. Nasıl Türkiye'ye 'Açın sınırları' diye yalvarıyorlar, daha büyük olaylarla karşılaşacaklar. Sen özerklik istiyorsun, istediğin yer bir avuç yer. Sen bir avuç yerde özerk olduğun zaman zaten önüne gelen seni bir yudumda yiyecek. Parçala, böl, ye. Sen bunu anlamıyor musun?" VATANDAŞLAR UYANIK OLMALI Tüm vatandaşların bölünme tehdidine karşı uyanık olmasını isteyen Ünlü, "Ezanlar durursa, vatan toprağı bölünüp de oradaki insanlar mağdur olursa bu vebaldir. Bu kadar insanın kul hakkına girilmiş olur. Vatandaşlar çok uyanık olacak. Zerre kadar vatanın bölünmesine alet olurlarsa ahrette cevabını veremezler" diye konuştu. Ahmet Mahmut Ünlü, şehitlerin ailelerinin ve gazilerin terörle mücadelede söz sahibi olması gerektiğine dikkat çekerek şöyle devam etti "Katillerin asla affedilmemesi, serbest bırakılmaması lazım. Çünkü hükümetin, devletin hakkı değil. Kur'an-ı Kerim'de 'Zulme uğramış, şehit düşmüşlerin kan sahiplerine saltanat ve güç verdik' deniyor. Hak, kan sahibinindir. Kan sahibi ise şehitlerimizin babalarıdır, gazilerimizdir. Kimse şu, bu adına, 'İlerleyeceğiz', 'Şöyle olacağız, böyle olacağız' diyerek kan sahiplerinin kanını bağışlama hakkına sahip değildir. İsra Suresi'ni okuyorum. Müslümanı Kur'an bağlar." ŞUBE BAŞKANINA PROGRAM TEKLİFİ Ahmet Mahmut Ünlü, popüler televizyonlarda sürekli eğlence programları olduğunu, bu nedenle şehit ve gazilik kavramlarıyla ilgili duyarlılığın yayılmadığını söyledi. Ünlü, kurucusu olduğu Lalegül TV'de, Dernek Şube Başkanı İsmail Kumartaşlı'nın yılda en az bir kere şehitler ve gaziler üzerine yapılacak bir programda konuşmacı olabileceğini belirtti. Ziyaret, şehit yakınları ve gazilerin, Ahmet Mahmut Ünlü ile hatıra fotoğrafı çektirmesiyle son buldu. FOTOĞRAFLI haber 206526 false Üye Girişi
cübbeli ahmet hoca ebced hesabı